Rosemary and Rue (October Daye, 1) 2009’da çıkan bir kitap. Kendisi yıllardır okuma listeme bir girer çıkar ama bir türlü okudum kısmına geçemezdi. Geçen hafta birçok benzer türde kitap okuduktan sonra daha önce okumadığım bir seri arayışına girdim ve nihayet bu kitabı okumaya karar verdim. Kitabın tanıtımı da ilginçti doğrusu.
Rosemary and Rue ile perilerin dünyasını ziyaret ediyoruz
Perilerin ve kırmaların (changeling) dünyasında geçiyor. Aslında onlarınkisi ayrı bir dünyaymış gibi bahsetmesem daha iyi olacak. Yine bizim dünyamızdalar ancak kendi cep âlemlerini yaratmışlar.
Kitabın anlatıcısı October, namı diğer Toby bir özel dedektif ve kendisi ilk kırma Şövalye. Toby kötü bir perinin kendisini balığa dönüştürdüğü on dört yılın ardından, bu yeni dünyada kendisini bulmaya çalışıyor. Ne var ki bir arkadaşı, saf kan peri öldürülmeden önce Toby’ye cinayetini çözmesi için bir lanet yerleştirince October yeniden kurmaya çalıştığı hayatını bırakıp peri dünyasına dönmek zorunda kalıyor.
Ve asıl sorun, arkadaşının neden öldürüldüğünü anlamaya yaklaşmasıyla başlar.
Düşüncelerim: Sevdiğim ve Sevmediğim Yönler
Rosemary and Rue serinin ilk kitabına göre güzel sayılabilecek bir kitap. Normalde ben karakterin kendi güçlerini keşfettiği ve sınırlarını öğrendiği kitaplardan hoşlanmam. Bu yolculuğun bir parçası olmak, onunla daha çok bağlanmak isterim. Belki de benim için ortalama bir kitap kalmasının asıl nedeni buydu. Yepyeni bir hayata başladığı için belki bu kabul görülebilir ama yine de…
Kitapta en sevdiğim özellik perilerin bunca zaman keşfedilmeden nasıl kaldıklarına dair ufak bir ayrıntıydı. Öldüklerinde ve büyüleri artık onları insanlardan saklayamadığında, nasıl keşfedilmiyorlar? İşte ufak ama bu önemli detay kitabı sevdirdi bana. Çünkü daha önce okuduğum hiçbir kitapta buna bir gönderme yapılmamıştı. Ayrıca genellikle böyle kitaplarda karakterlerin başına ciddi bir sorun gelmez ve kitabın en başında karakterin tüm hayatını on dört yıl boyunca kaybetmesi değişikti.
Sevmediğim yönleri ise Toby’nin sürekli yardıma muhtaç kız durumuna düşmesiydi. Boyundan büyük bir işe kalkışmış olması bir yana, Şövalye olarak adlandırılan biri nasıl bu kadar çaresiz olabilir? On dört yıllık bir boşluk ve büyük bir depresyonda olmasına rağmen, Eve’in ölümüyle beraber eski alışkanlıklarına hemen dönmesini beklerdim. Kendisini korumaktan çok acizdi. Bir Şövalye’ye yakıştıramadım.
Başka peri kitaplarıyla karşılaştırmaya kalktığımda aklıma ilk gelen, aynı türde olan Merry Gentry serisi. Bence perilerin acımasızlıkları ve ölümsüzlükleri Laurell K. Hamilton tarafından daha iyi işlenmişti. Belki de bu, Merry’nin bir prenses olmasından kaynaklıdır, ne dersiniz?
Sonraki kitaplara şöyle bir göz attığımda ilgimi pek çeken bir şey bulamadım. Bu sebeple devam edeceğimi sanmıyorum ama benim işim belli de olmaz. Kötü bir kitap olduğunu söyleyemem ama beklediğimi de bulamadığım gerçek.
Sadece “Kim yaptı?” sorusunun yanıtını almak için bitirdiğim bile söylenebilir ki kitabın sonuna atlamaya da epey yaklaştım.
Eğer bu tür kitapları seviyorsanız size Lonca Avcısı serisini öneririm.