Tokyo’nun Son Çocukları, Siren Yayınları’nca 2020 yılında yayımlanan bir distopya. Kitabın yazarı Yoko Tawada, 1960 doğumlu, epey ödüllü biri. Üstelik ödüllerinin arasında Çeviri Edebiyat dalında Amerika Ulusal Kitap Ödülü de var.
Tawada ayrıca Berlin’de yaşayan bir Japon. Kitaplarını hem Japonca hem de Almanca yazıyormuş. Yazarın yayınevinden çıkan bir diğer kitabı ise Bir Kutup Ayısının Anıları.
Tokyo’nun Son Çocukları’nın konusu
Kitap, yaşlıların asla ölmediği, çocuklarınsa gelişimlerinin sekteye uğradığı, felaket sonrası bir Japonya’da geçiyor.
İnsanlar 80’li yaşlarında, 30’lu yaşlarındaki gibi dinç bir biçimde çalışabiliyor. Çocuklarsa sürekli yetişkinlerin bakımlarına muhtaç ve çelimsiz olarak yaşamlarını sürdürüyor.
Tokyo’nun Son Çocukları uzun ömürlü yetişkinleri, değişmiş bir toplumu, felaket deneyimlemiş, kapalı yönetim yüzünden gıda sıkıntısı yaşayan, yabancı olan her şeyin yasaklandığı Japonya’yı gerek o anlık gerekse geçmişe giderek okura tanıtmakta.
Kitabın anlatıcısı ise epey yaşlı bir yazar olan ve torununun çocuğu Mumei’ye bakan Yoşiro.
Önce yaşam standartları ile başlıyor kurgu. Daha sonra geçmişe giderek toplumun nasıl değişik bir yaşam biçimi benimsediği, ailelerin ve insanların durumu, özel günlerin bile revize edildiği kültürü, özlemleri, gerek yaşlı insanlarla olan konuşmalar, gerek Yoşiro’nun gözlemleri, biraz da Mumei’nin tecrübeleri üzerinden anlatıyor.
Yoşiro’nun torununun çocuğu Mumei’nin süt dişlerinin dökülmesi ile başlayan kitap kaygılarla sarılı biçimde bizleri çok yabancı bir dünyaya götürüyor.
Tokyo’nun Son Çocukları hakkındaki düşüncelerim
Siren Yayınları‘ndan çıkan bu kitabı ne çok sevdim ne de çok nefret ettim. Uzun uzun toplumu anlatması, gıdanın ne halde oluşu, hangi gıdaların ülkenin hangi kısımlarında yetişmesi gibi uzun anlatımlar özellikle can sıkıcı. Hele Japonya kültürüne çok da hâkim olmayan birisi için.
Ölümsüzlük kavramı ile tanıtılan bu kitap bana ölümsüzlükten ziyade bir travma içinde kaybolan bir toplumu anımsattı aslında. Sanki öyle büyük bir felaket yaşanmış ki aileler ölmüş ve yaşlılar çocukları büyütmek zorunda kalmış.
Çok durağan bir akışı olduğu için aslında bir kısa öykü olsa çok daha iyi olurdu diye düşündürüyor.
Neleri sevdim? Neler ilginç geldi?
Kitapta en sevdiğim nokta ise sanırım insanların hobilerini bir işe çevirebilmeleri oldu. 100 yaşında bir dişçi olmak çok çekici gelmese de çoğu insanın bir şekilde ticarete atılıp hobilerini satabilecekleri ufak, derme çatma dükkânlar açabilmesi benim için çok heyecan verici bir konuydu.
Bir başka ilginç konu da yetim veya öksüz çocukların “bağımsız çocuklar” olarak adlandırılmasıydı.
Ayrıca kendilerine geçmişi hatırlatan, çöpe atamayacakları eşyaları bir mezarlığa gömmeleri, uzun yaşamlarında mezarlıklara bir yer bulma ve belki de ölme arzularını düşündürdüğü için ilginç geldi.
Kitabı okumaya devam edip bitirmeme neden olan asıl konu ise “acaba bir yere bağlayacak mı?” merakıydı.
Sonuç
“Gelecek nasıl olacak?” sorusuna yanıt arayanların benden daha çok beğeneceğini düşünüyorum Tokyo’nun Son Çocukları distopyasını.
Kitabın dili duru ve akıcı, muhtemelen kitabı bitirmemin asıl nedenlerinden de bu. Yaklaşık 120 sayfa olan bu kitabın yaklaşık iki ay boyunca baş ucumda durması bence sizlere ne kadar heyecanlı bir okuma olduğunu anlatıyordur.
Eğer heyecan verici bir distopya kitabı arıyorsanız, Tokyo’nun Son Çocukları size göre olmayabilir. Okuyacak daha heyecanlı bilim kurgu kitapları arıyorsanız şunlara bakabilirsiniz: Marslı, Seçilmiş Kişi, Başlat: Ready Player One.